-
1 ayakta durmak
v. stand* * *stand -
2 ayakta durmak
dawestîn -
3 ayakta durmak
(duruyor; duruyordu) ЩЫТЫН; (ЩЫТ(щ), щэты/ щот(ыр); щытыгъ/ щытт, щытащ; щытыщтыгъэ/ щыту щытащ; щытыгъагъ/ щытыгъащ) -
4 ayakta durmak
щытын -
5 ayakta durmak
to stand -
6 dimdik ayakta durmak
кре́пко стоя́ть на нога́х -
7 dimdik ayakta durmak
v. draw oneself up -
8 durmak
1. уцун/ увыIэн, ЗЭГЪЭН1) (ayakta durur durumda olmak) ЩЫТЫН (ЩЫТ(щ)3) (yaramazlık yapmak) ЗЭГЪЭН; (МЭЗАГЪЭ)2.2) (ayakta durmak) уцун/ увын (уцугъэ/ уващ: durdu/ayakta durdu; мэуцу/ мэув: duruyor/ayakta duruyor)3) (ayakta durmak/ yoluna girmek) зэтеуцон/ зэтеувэн; (зэтеуцуагъ/ зэтеуващ: ayakta durdu/yoluna gIrdi; зэтеуцо/ зэтоувэ: ayakta duruyor/yoluna giriyor)4) (duraklamak) уцун/ увыIэн; уцугъэ/ увыIащ: durdu/durakladı; мэуцу/ мэувыIэ: duruyor/gelirken duruyor3.1) (giderken duraklamak) къызэтеуцон/ къызэтеувыIэн; къызэтеуцуагъ/ къызэтеувыIащ: giderken durakladı2) (giderkendurmak) къэуцун/ къэувыIэн; къэуцугъ/ къэувыIащ: giderken durdu; къэуцу/ къоувыIэ: giderken durakladı -
9 выстаивать
ayakta kalmak* * *несов.; сов. - вы́стоятьвыста́ивать часа́ми в очередя́х — saatlerce sıra / kuyruk beklemek
2) тк. сов. (ayakta) durmakэ́тот дом вы́стоит ещё мно́го лет — bu ev daha yıllarca duracak
3) тк. сов. ( не сдаться) dayanmak -
10 στέκομαι
durmak, ayakta durmak -
11 stand
ayakta durmak, dikelmek; (ayaga) kalkmak; dikeltmek; durmak, -
12 держаться
tutunmak,tutmak; dayanmak; durmak; davranmak; ayakta durmak; bağlı kalmak* * *1) tutunmak; tutmakдержа́ться за пери́ла — korkuluğa tutunmak
держа́ться (руко́й) за се́рдце — eliyle kalbini tutmak
на пла́стике кра́ска не де́ржится — plastik, boya tutmaz
де́ржится? (о гвозде и т. п.) — tuttu mu?
2) dayanmakмост де́ржится на быка́х — köprü ayaklar üstüne dayanır
3) врз durmakдержа́ться пря́мо — dik durmak
уве́ренно держа́ться в седле́ — at üstünde güvenli durmak
держа́ться (по)да́льше от кого-чего-л. — uzak durmak
4) ( вести себя) davranmakдержа́ться про́сто — hali tavrı sade olmak
он держа́лся уве́ренно — kendinden emin hali vardı
дом ещё де́ржится — ev halâ ayakta duruyor
держа́ться благодаря́ по́мощи извне́ — dışarıdan aldığı yardım sayesinde ayakta durmak
6) ( не сдаваться) dayanmakдержи́сь сто́йко! — sıkı dur!
7) bağlı kalmakдержа́ться пре́жнего мне́ния — eski fikrine bağlı kalmak
••весь дом держа́лся на нём — evin direği oydu
он кре́пко держа́лся за свою́ зе́млю — toprağına dört elle sarılmıştı
у него́ де́ньги (до́лго) не де́ржатся — para onda durmaz
-
13 stehen
stehen <steht, stand, gestanden> ['ʃte:ən]I vi1) (aufrecht: Mensch) ayakta durmak; ( Gegenstand) durmak;ich kann nicht mehr \stehen ayakta duracak hâlim kalmadı;im S\stehen ayakta;unser Projekt steht und fällt mit dir ( fig) projemizin başarısı sana bağlı;der Plan steht jetzt! ( fam) şimdi plan tamamlandı [o hazır] !an der Tür \stehen kapıda bulunmak;sie steht an der Spitze des Unternehmens o, işletmenin başındadır;etw steht jdm auf der Stirn geschrieben ( fig) bir şey birinin yüzünden hemen belli olmak;wir \stehen kurz vor einem Krieg bir savaşın eşiğinde bulunuyoruz;auf welcher Seite stehst du? kimden yanasın sen?;die Sache steht schlecht durum kötü;das Frühstück \stehen lassen [o stehenlassen] kahvaltısını olduğu gibi bırakmak;einen Stuhl \stehen lassen bir koltuğu boş bırakmak;unter Alkohol/Drogen \stehen alkol/uyuşturucu altında olmak;die Sache steht mir bis hier ( fam) artık burama geldihier steht geschrieben, dass... burada... olduğu yazılı;das Wort steht im Imperfekt kelime, belirsiz geçmişte yazılmıştır4) (still\stehen) durmak; ( Verkehr) durmak;die Uhr steht saat durdu;zum S\stehen bringen/kommen durdurmak/durmak;etw zum S\stehen bringen bir şeyi durdurmak5) ( anzeigen)das Thermometer steht auf 30 Grad termometre 30 derecede;die Ampel steht auf Rot lamba kırmızıdır;es steht 3:1 durum 3:16) ( kleiden) yakışmak;der Bart steht dir gut/schlecht sakal sana yakışıyor/yakışmıyor7) jur;auf etw steht Gefängnis bir şeyin sonu [o cezası] hapis olmak;auf seine Ergreifung steht eine Belohnung yakalanması için ödül varwie stehst du zu dem Plan? bu plana ne diyorsun?;ich stehe fest zu dir ben kesinlikle senden yanayım;zu seinem Versprechen \stehen sözünde durmak;zu seinen Fehlern \stehen kusurlarını kabul etmek;hinter jdm \stehen birine arka olmak9) ( fam)auf jdn/etw \stehen bir kimseyi/şeyi tutmak;wie geht's, wie steht's? ne var ne yok?II vtWache \stehen nöbet tutmak;Modell \stehen modellik yapmakIII vrsich gut/schlecht mit jdm \stehen ( fam) biriyle iyi/kötü geçinmek, biriyle arası iyi/kötü olmak;jd steht sich besser/schlechter, wenn... ( fam) eğer... ise, birine yakışır/yakışmazes steht schlimm um sie durumu kötü;es steht zu befürchten, dass er es nicht schafft korkarım, o bunu başaramayacak -
14 стоять
1) врз durmak; dikilmekстоя́ть на нога́х — ayakta durmak
стоя́ть на рука́х — eller üstünde durmak, amuda kalkmış olmak
шкаф стои́т на ме́сте — dolap yerinde duruyor
ча́йник стои́т на столе́ — çaydanlık masadadır / masada duruyor
ребёнок уже́ стои́т / научи́лся стоя́ть — bebek basıyor / tay duruyor artık
часть пассажи́ров стоя́ла — yolcuların bir kısmı ayakta idi
ну что ты стои́шь передо мно́й?! — ne dikilip duruyorsun karşımda?!
стоя́ть на посту́ / на часа́х — nöbet beklemek
у них там стои́т часово́й — oraya bir nöbetçi dikmişlerdi
он стоя́л к нам спино́й — sırtı bize dönüktü
су́дно стоя́ло на я́коре — gemi demirli bulunuyordu / demirlemişti
суда́, стоя́щие у прича́ла — rıhtıma yanaşık gemiler
кора́бль стои́т в порту́ — gemi limanda yatıyor
стоя́ть на чьем-л. пути́ — перен. birinin yolu üstüne dikilmiş olmak
он всё ещё стоя́л у двере́й — halâ kapı önünde dikiliyordu
2) ( бездействовать) durmakчасы́ стоя́ли — saat durmuştu
стро́йка стои́т — yapı tatil edilmiş durumdadır
дела́ стоя́т — işler yerinde sayıyor
те́хника не стои́т на ме́сте — teknik yerinde saymaz
3) врз (находиться, существовать) olmak, bulunmak; durmakперед до́мом стои́т то́поль — evin önünde bir servi var
го́род стои́т на Во́лге — şehir Volga üzerindedir
до тех пор, пока́ стои́т э́тот го́род... — bu şehir durdukça...
храм стои́т с деся́того ве́ка — tapınak onuncu yüzyıldan beri ayaktadır
4) (быть, иметь место) olmak; geçmekстоя́л тума́н — sis vardı
стоя́ло ле́то — mevsim yazdı
ле́то стоя́ло сухо́е — yaz kurak geçiyordu
стоя́ла хоро́шая пого́да — havalar iyi geçiyordu
стоя́л по́лдень — vakit öğle idi
со́лнце стоя́ло у нас над голово́й — güneş tepemize dikildi
в до́ме стоя́ла тишина́ — ev sessizlik içindeydi
по вечера́м там стои́т шум, гвалт — akşamları orada bağırma çağırmadır gider
5) перен. karşı karşıya / yüz yüze olmak; karşısında olmakстоя́ть перед диле́ммой — ikilem karşısında olmak
перед на́ми стои́т тру́дная зада́ча — zorlu bir görevle karşı karşıyayız
стоя́щие перед на́ми тру́дности — yüz yüze olduğumuz güçlükler
стоя́щие перед на́ми зада́чи — önümüzdeki görevler, yüz yüze olduğumuz görevler
6) перен. ( защищать) korumak, savunmak; bir şeyden yana olmakстоя́ть за де́ло ми́ра — barış davası için savaşım vermek
••стоя́ть во главе́ — başında olmak, başını çekmek
стоя́ть у вла́сти — iktidar başında olmak / bulunmak
кто стои́т за э́тим преступле́нием? — bu cinayetin ardında / arkasında kimler var?
стоя́ть на своём — ayak diremek
он до сих пор стои́т у меня́ перед глаза́ми — halâ gözümün önünden gitmiyor
стоя́ть у поро́га — eşikte beklemek
на докуме́нте стои́т и твоя́ по́дпись — belgede senin de imzan var
на пове́стке стоя́т два вопро́са — gündemde iki sorun var
у неё в глаза́х стоя́ли слезы — gözleri dolu dolu idi
-
15 stand
n. duruş, durum, hal, yer, dayanma, direnme, katlanma, durak, işyeri, tezgâh, kürsü, tribün, sehpa, ayaklık, ayak, ayaklı askılık, ormanda yetişen ağaç, ekim alanı————————v. dikilmek, ayakta durmak, ayağa kalkmak, kalmak, durmak, bulunmak, dayanmak, katlanmak, direnmek, göğüs germek, karşı koymak, devam etmek, sineye çekmek, üstlenmek, desteklemek, ısmarlamak, ihtiyaç duymak, kanıtlamak, çekilmek* * *1. dur (v.) 2. tutum (n.)* * *[stænd] 1. past tense, past participle - stood; verb1) (to be in an upright position, not sitting or lying: His leg was so painful that he could hardly stand; After the storm, few trees were left standing.) ayakta durmak2) ((often with up) to rise to the feet: He pushed back his chair and stood up; Some people like to stand (up) when the National Anthem is played.) (ayağa) kalkmak3) (to remain motionless: The train stood for an hour outside Newcastle.) hareketsiz durmak4) (to remain unchanged: This law still stands.) geçerli/yürürlükte olmak5) (to be in or have a particular place: There is now a factory where our house once stood.) (belli bir yerde) olmak/bulunmak6) (to be in a particular state, condition or situation: As matters stand, we can do nothing to help; How do you stand financially?) (belli bir durumda) olmak7) (to accept or offer oneself for a particular position etc: He is standing as Parliamentary candidate for our district.) aday olmak8) (to put in a particular position, especially upright: He picked up the fallen chair and stood it beside the table.) dikmek, koymak9) (to undergo or endure: He will stand (his) trial for murder; I can't stand her rudeness any longer.) tahammül etmek, uğramak, çekmek10) (to pay for (a meal etc) for (a person): Let me stand you a drink!) ısmarlamak, ikram etmek2. noun1) (a position or place in which to stand ready to fight etc, or an act of fighting etc: The guard took up his stand at the gate; I shall make a stand for what I believe is right.) duruş2) (an object, especially a piece of furniture, for holding or supporting something: a coat-stand; The sculpture had been removed from its stand for cleaning.)... sehpası, ayak, taban, kaide3) (a stall where goods are displayed for sale or advertisement.) stand, tezgâh4) (a large structure beside a football pitch, race course etc with rows of seats for spectators: The stand was crowded.) tribün5) ((American) a witness box in a law court.) tanık yeri•- standing 3. noun1) (time of lasting: an agreement of long standing.) süre,...-lik2) (rank or reputation: a diplomat of high standing.) rütbe, saygınlık•- stand-by4. adjective((of an airline passenger or ticket) costing or paying less than the usual fare, as the passenger does not book a seat for a particular flight, but waits for the first available seat.) yedekteki yolcu5. adverb(travelling in this way: It costs a lot less to travel stand-by.) yedek- stand-in- standing-room
- make someone's hair stand on end
- stand aside
- stand back
- stand by
- stand down
- stand fast/firm
- stand for
- stand in
- stand on one's own two feet
- stand on one's own feet
- stand out
- stand over
- stand up for
- stand up to -
16 простаивать
несов.; сов. - простоя́ть1) врз (ayakta) durmak, kalmakпростоя́ть час в о́череди — bir saat kuyrukta beklemek
простоя́ть час в авто́бусе — otobüste bir saat ayakta kalmak
самоле́т простоя́л в аэропорту́ пять часо́в — uçak hava limanında beş saat durdu / kaldı
2) ( бездействовать) boş durmak -
17 сохраняться
несов.; сов. - сохрани́ться1) (ayakta) durmak, (ayakta) kalmak; varlığını korumak / sürdürmekэ́то пра́во за ним сохрани́тся — bu hakkı saklı kalır
экономи́ческие пробле́мы бу́дут сохраня́ться — ekonomik sorunlar varlığını koruyacak
сохрани́лись лишь сте́ны кре́пости — kalenin ancak surları ayakta duruyor
еди́нственное сохрани́вшееся зда́ние — ayakta kalan tek yapı
обы́чай сохрани́лся до́ сих пор — adet bugüne geldi
2) разг. ( выглядеть моложе своих лет) yaşını göstermemekон хорошо́ сохрани́лся — her dem tazedir
-
18 удерживаться
tutunmak; ayakta kalmak; kendini tutmak* * *несов.; сов. - удержа́ться1) tutunmakон не удержа́лся на нога́х — ayakları üstünde tutunamadı
2) tutunmak; ayakta kalmak; ayakta durmakудержа́ться у вла́сти — iktidarda tutunmak
уси́лия прави́тельства напра́влены на то, что́бы удержа́ться (у вла́сти) — hükumet ayakta kalmak için çabalar harcamaktadır
он и на э́той рабо́те не удержа́лся — bu işte de tutunamadı / dikiş tutturamadı
3) kendini tutmak, kendini......dan alıkoymakон не удержа́лся от сме́ха — kendini gülmekten alıkoyamadı
я с трудо́м удержа́лся от сме́ха — gülmemek için kendimi zor tuttum
мы не мо́жем удержа́ться от мы́сли, что... —...düşünmekten kendimizi alamıyoruz
я не мог удержа́ться, что́бы не посмотре́ть — bakmaktan kendimi alamadım
-
19 ayak
ayak <- ğı> Fuß m; Tier Pfote f, Huf m; Gestell n, Ständer m; Pfeiler m einer Brücke; Bein n; Maß Fuß (30,5cm); Tempo n, Gangart f; Flussarm m, Zustrom m; Abfluss m (eines Sees); Reim m; Abschnitt m (eines Rennens);ayak altında kalmak zertrampelt werden;ayak atmak ausschreiten; betreten (-e A);ayak ayak üstüne atmak die Beine übereinander schlagen;ayak bağı fig Klotz m am Bein;ayak basmak allg betreten (-e A); bei seiner Meinung bleiben;ayak değiştirmek den Tritt wechseln;ayak diremek hartnäckig sein;ayak işi Besorgungen f (eines Laufburschen usw);ayak tedavisi ambulante Behandlung;ayak uydurmak Tritt fassen; sich anpassen (-e D);ayağa düşmek herunterkommen;-i ayağa kaldırmak jemanden auf die Beine bringen; fig aufrütteln; aufwiegeln;-in -e ayağı alışmak einen Ort usw regelmäßig aufsuchen;ayağı bağlı gebunden, verheiratet;(kendi) ayağıyla gelmek aus eigenem Antrieb kommen;-in ayağına düşmek jemandem zu Füßen fallen;-in ayağına ip takmak jemanden in Misskredit bringen;-in ayağına kadar gelmek sich zu jemandem bequemen;-in ayağına gelmek fig jemandem in den Schoß fallen;-in ayağını çelmek jemandem ein Bein stellen (a fig);-den ayağını kesmek keinen Fuß mehr setzen (in A); jemanden abwimmeln;ayağını çabuk tutmak schnell machen;ayakta auf den Beinen; im Stehen; MED ambulant;ayakta durmak (auf den Beinen) stehen;ayakta kalmak keinen Sitzplatz bekommen;ayakta tedavi MED ambulante Behandlung;ayağı uğurlu Glücksbringer m (Person) -
20 stehen
stehen ['ʃteːən] <stand, gestanden, h> v/i durmak; (sich befinden, sein) bulunmak, olmak; (aufrecht stehen) dik durmak; (auf den Füßen stehen) ayakta durmak;stehen bleiben durmak, durup kalmak; (stagnieren) duraklamak;das kann man so nicht stehen lassen bu böylece kabul edilemez;jemanden stehen lassen b-ni bırakıp gitmek;alles stehen und liegen lassen her şeyi bırakıp gitmek;sich (D) einen Bart stehen lassen sakal bırakmak;es steht ihr ona yakışıyor;wie (viel) steht es? durum kaç kaç?;hier steht, dass burada şöyle yazılı;wo steht das? kim demiş onu?;wie steht es mit …? -e ne dersin(iz)?, … (yap)alım mı?;das Programm steht program kesinleşti;fam stehen auf (A) -in meraklısı/hayranı olmak;gut (schlecht) mit jemandem stehen -in b-le arası iyi (kötü) olmak;unter Alkohol (Drogen) stehen alkol (uyuşturucu) etkisinde olmak;zu jemandem stehen b-ne bağlı olmak, b-ni desteklemek;zu seinem Versprechen stehen verdiği söze sadık olmak;wie stehst du dazu? bu konuda tavrın ne?
- 1
- 2
См. также в других словарях:
dimdik ayakta durmak — yıkılmamak … Çağatay Osmanlı Sözlük
durmak — nsz, ur 1) Hareketsiz durumda olmak Motorlu su taşıtlarından biri de kanal rıhtımının tam bizim önümüze düşen bir noktasında demir atmış duruyordu. Y. K. Karaosmanoğlu 2) İşlemez olmak, çalışmamak Bileğimdeki saat durmuş. A. Gündüz 3) Bir yerde… … Çağatay Osmanlı Sözlük
el pençe divan (durmak) — saygı gösterilen kimse karşısında el kavuşturup ayakta durmak Doğruldu, el pençe divan durdu, başını önüne eğdi. P. Safa Dayımı el pençe divan karşılar, ne yiyip ne içeceğini sormazdı, çünkü bilirdi. A. Boysan … Çağatay Osmanlı Sözlük
selam (veya selama) durmak — bir büyüğe, bir üste veya saygı duyulan bir şeye ayakta selam vermek Yollarda sarı ve zayıf halk selama duruyor. F. R. Atay Ama birader, rahat mı edeceğiz bu bahçede, gelene geçene selam mı duracağız? Y. Z. Ortaç … Çağatay Osmanlı Sözlük
KIYAM — Ayakta durmak. Ayağa kalkmak. * Ayaklanmak. İsyan. * Ölümden sonra tekrar dirilmek. * Bir işe başlamak, devam etmek. * Satılan bir mal hakkında müşteri ile anlaşıp kararlaşma. * Canlanmak. * Kıyâmet günü (mânâsına da gelir). * Namazın iftitah… … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
başına dikilmek — 1) (birinin) birinin yanından uzaklaşmamak, onu denetim altında bulundurmak 2) (birinin) bir işi yaptırmak için yanında ayakta durmak 3) (birinin) bir şeyin yanında ve ayakta beklemek Gidip iskelenin başına dikiliyor gelen yolcuyu buyur etmek… … Çağatay Osmanlı Sözlük
dimdik — sf., ği 1) Çok dik 2) Sağlıklı, zinde Müsteşar dimdik, sert adımlar atıyor. P. Safa 3) Sıkıntıları karşılayacak durumda olan, baş eğmeyen, metin 4) zf. Çok dik bir biçimde 5) zf. Sağa sola sapmadan, dosdoğru Çevik adımlarla dimdik yürüyen, uzun… … Çağatay Osmanlı Sözlük
dinelmek — nsz, hlk. 1) Ayakta durmak 2) Ayağa kalkmak, dik durmak 3) e, mec. Karşı koymak, kafa tutmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
turmak — toplanmak I, 139bkz: türümek durmak; çıkmak yükselmek; ayakta durmak kalkmak kalk ımak; zayıflamak I 20 73139 149, 214, 236, 334, 335, 361,455, 494; I I, 6, 7, 31 … Divan-i Luqat-i it-Türk Dizini
dikelmek — nsz 1) Dik duruma gelmek, dikleşmek 2) Ayakta durmak 3) e, mec. Sert konuşmak, karşı gelmek, birine kafa tutmak, dinelmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
dikilmek — 1. nsz 1) Dikme (I) işi yapılmak Buraya anıt dikilecek. Bahçeye ağaçlar dikildi. 2) Dik duruma gelmek 3) Ayakta durmak Hissem neyse ben de isterim diye karşıma dikilmez mi? H. Taner 4) Göz belli bir noktaya uzun süre bakmak Gözlerime dikilen… … Çağatay Osmanlı Sözlük